Clarelia, o sıkı başörtüsünün ardında sakladığı masumiyetini yavaş yavaş çözüp sertliğe teslim olmuştu. Gözleri ateş saçıyor, dudakları aralanmış, nefesi düzensizdi. Adamın sert elleri kıyafetini parçalarken Clarelia’nın vücudu her dokunuşta titriyor, içindeki bastırılmış arzular zincirlerini kırıyordu. O an hiçbir şey onu durduramazdı; başörtüsü sadece bir süs gibiydi artık, altında yanan bir cehennem vardı.
Adam dişiyle dudaklarını ısırırken öfkeyle yanağını kavrıyordu. Clarelia’nın boynuna, göğüslerine dayadığı güçlü kalçası ritimli ve acımasızdı; her hareketinde iç amcığını kemiren bir hırs vardı onda. Kafasını sertçe geriye atıp çığlık attığında adam daha da hızlandı, var gücüyle içine dolup boşalıyordu. Amcığının içinde parmaklarıyla oynuyor, her seferinde derinlere dalıyor, onu delirtene kadar dolduruyordu.
O an Clarelia’nın tüm bedeninden sıvılar fışkırmaya başladı; güçlü orgasmlarının peşi sıra amcığını tazyikle sıkan sulu çapaklar yayılıyordu etrafa. Yumuşak ama bıçak gibi keskin iniltiler arasında adam köklüyor, onu dibine kadar esnetiyordu. Yarağıyla amcığını defalarca ezip çekiştirirken Clarelia kendinden geçiyor, her kükremesi havayı titretiyordu.
Sikiş sertleşip hızlandıkça titremeleri arttı, kasları kasıldı; adam tam gaz sokuyor, sapına kadar içine boşalmaya hazırlanıyordu. Yararını çıkarırken onun istekli ve vahşi halini görmek sapıtmasına yetiyordu. Sonunda bedenindeki tüm bariyerler yıkıldı; onlarca kez köpürerek sivri uçlu orgazmlarla fırlayan sularla birlikte adamın içi sonuna dek boşaldı. Ona karşı duyduğu kin ve haz birbirine karışmıştı; ne kadar acımasızsa o kadar da tatlıydı bu kabus gibi sikiş…